Ana Sayfa Veysel Güney Kimdir? Basından Belgeler
SİZİN VEYSEL Videolar İmza Kampanyası İletişim
Önceki Sayfa Sonraki Sayfa

24 Yaşındaydı ve Devlete Zimmetliydi


< Ethem Dinçer'le Roportaj-BİRGÜN 8 Nisan 2007

YETER ÖZDEMİR ŞAHİN – EMRULLAH KANDEMİR


» Veysel Güney’e ilginiz nasıl başladı?

BirGün’de İnönü Alpat bir yazı yazdı: “Arkadaşlarımıza borçluyuz. Veysel’in mezar yerini bile bilmiyoruz. Bu ayıp hepimize yeter” diye özetleyebileceğim bir yazı. O yazıdan sonra aileyle bağlantıya geçtik. Pek çok sembol ismin cenazesi verilirken Veysel niye verilmedi merak ettik. Bunu araştırırken Veysel’in veda mektubunun da verilmediğini öğrendik.


» Nasıl öğrendiniz?

Aileden öğrendik. Gerçi bu söyleniyordu, arkadaşları da biliyordu. İşi kurcalamaya başladıktan sonra çok yerden ipuçları gelmeye başladı. İdama şöyle gitti diye arkadaşlarından akrabalarından gelip bizi bulanlar oldu. İşin medya, duyulma yönünü bir noktaya getirirseniz çok insan size ulaşıyor.

» İlk ipuçları kimden geldi?

Sıradan insanlardan da. Örneğin 75 yaşlarında namazında niyazında bir mezarlık görevlisinden. 2005 yılının 11 Haziran günü Veysel’in ölüm yıldönümünde ilk resmi başvuruyu yaptık. Antep savcılığına gittiğimiz gün Radikal gazetesi manşet attı, “Veysel’in mezarı nerede?” diye. Bu infaz edilmiş, gözaltında kaybedilmiş, işkencede öldürülmüş atılmış biri değil. Devlete zimmetlenmiş bir insan. Hukuk sistemini beğenirsiniz beğenmezsiniz, ama idam edilmiş birisi. Kaybolmuş olmasını aklımız almadı. O nedenle “Antep mezarlığında olduğunu bildiğimiz” diye yazdık dilekçeye. 15 gün sonra “bizde yok” yanıtı geldi. Aynı gün bir gazeteci arkadaş mezar yerinin belirlendiğini, kendisine gösterileceğini söyledi. Antep’e gittik. 9 Haziran 1981 tarihli mezarlık kayıt defterinde “asılarak idam edilen, ama hüviyeti meçhul” yazan bir belgeyi gördük. “Geldiği yer: Orduevi” yazıyordu. Yine oradaki kayıtlarda ilginç bir durum, para almamışlar mezar için. Mezar yeri çok hafif tümsek oluşmuş bir yerdi. Küçük bir ağaçla ot arası bir şey büyümüş üstünde. Selamlaştıktan sonra Veysel’le oradan ayrıldık. Mezarın açılabilmesi için başvuruları yaptık. Bu süreçte savcı Mete Göktürk’ün kitabının yayınlanması ve gazetelerin konuya ilgi göstermesiyle baskı unsuru oluştu. Basının ilgisi de müthiş yoğunlaşmıştı. Sonra DNA testi süreci başladı. İstanbul Adli Tıp’ta bekledi örneklerimiz, görev alanında olmadığı gerekçesiyle geri gönderildi. Gerekçeleri ilginç, “Adalet Bakanlığı yeni bir genelge yayınladı, en yakın adli tıp kurumuna gidip gelecek” dediler.

» Bu süreçte mi yayınlanmış genelge?

Gerçekten öyle bir genelge var mı yoksa oyalandık mı bilmiyoruz. Ankara Adli Tıp’tan gelen ilk sonuçlar “kardeşinden alınan numuneler uymadı, anne babasından alınırsa daha sağlıklı sonuç çıkar” şeklindeydi. Anne babasının işin içine girmesini istemiyorduk, yaşlı insanlar. Hatta annesinin mezar yerinin bulunmasından sonra duymasını istiyorduk. Yeniden Ankara’ya gitti geldi, hem iskelet hem ailenin örnekleri. Bu süreçte sürekli gidiyor geliyor bunlar. Oradaki sonuç da olumsuz çıktı. Yalnız bu sonuç konusunda kafamızda ciddi soru işaretleri oluştu.

» Neden?

Birincisi bu kadar çok gidip gelmesi, İstanbul’un reddetmesi. İkincisi iskeletin Ankara’dan ikinci kez Antep’e döndüğü gün Antep Maraş yol ayrımında başka bir iskelet bulundu. Basına da yansıdı. O da 20 yıllık iskelet. Onun üzerinde de Adli Tıp Kurumu’nun mühürü var ve yol kenarında tarlaya atılmış. İlginç ve manidar geldi. Maraş savcılığı, “20 yıl önce Maraş’taki bir cinayet davasına ait bir iskelet” dedi. Peki, niye bu tarlanın kenarında diye sorduk. 1984'te bitmiş bir dava, ailenin de dava yeniden incelensin gibi bir talebi olmamış ve o iskelet her nasılsa tam da Veysel’in iskeletinin Antep’e döndüğü gün Antep Maraş yol ayrımında bir tarla kenarında görülüyor.

» Buna nasıl bir açıklama getiriyor savcılık.

Hiçbir açıklama getirmiyor. Güya Maraş’ta emanette 20 yıl unutulmuş, 20 yıl sonra o gün bulunmuş. Veysel’in cenazesinin bulunması zamanaşımını ortadan kaldıracak. Biz hâlâ DNA testi olumsuz çıkan mezarda yatanın Veysel olduğunu düşünüyoruz.

» Hukukçuların görüşü, cenaze bulunduğunda Veysel Güney’in yargılanma sürecinin yeniden başlayabileceği yönünde mi?

Evet. Veda mektubunun dosyada olabileceğini düşündük. Yargılama sürecinde avukatı olmadığı için Bilgi Edinme Yasası doğrultusunda Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na aile adına başvuru yaptık. Bir ay kadar sonra yanıt geldi. Fotokopi paralarını yatırır-sanız veririz dediler. Yatırdık. Başvuru yapan kişinin Veysel Güney’e yakınlığını kanıtlayın dediler. İşi zorlaştırmaya başladılar ama bir defa veririz dediler ya… Bir hafta sonra dosya postayla geldi. İnanamadık, mektup da içindeydi. Mektubunda bile o kadar coşkulu, inançlı duruyordu ki, Veysel işini kovalamamak, Veysel’e olan borcunu ödememek için insanın herhalde insanlıktan çıkması gerekiyordu. Kardeşine telefonda okudum mektubu. Ayhan o tarafta ağladı, ben bu tarafta. Ertesi gün Ankara’da basın açıklamasıyla duyurduk. Mektup pek çok gazetede, bazılarında manşetten “yirmi beş yıl geciken mektup” diye yayınlandı. Mektubunu “Sizin Veysel” diye bitirmiş. “Sizin Veysel” yazısını büyüttük, bir fotoğrafıyla birlikte -gençlik fotoğrafıyla diyeceğim ama zaten 24 yaşında idam edilmiş- derneğimizde asılı duruyor.

» Ya dosya…

Dosya öylesine hukuk facialarıyla, hukuksuzluklarla dolu ki. Bir evde çatışma çıkıyor. Çatışmada Ali İhsan Özer ölüyor ki, Ali İhsan’ın fotoğrafları da ilk kez bu dosyadan çıktı. Çatışmadan sonra öldürülmüş halde fotoğrafları var. Veysel yaralı yakalanıyor. Çatışma sırasında Şahin Akkaya isimli operasyonun komutanı bir Üsteğmen ölüyor. Veysel’in cezaevi arkadaşları “Veysel teğmeni vurmadığını söyledi” diyorlardı. Ama biz bunun bir refleks olabileceğini düşünüyorduk. Zaten Veysel’in ifadesi neredeyse yok gibi dosyada. Hiç konuşmamış dense yeridir. Yaralı yakalandığı ilk gün bile imza atmamış tutanaklara. Dosyayı incelediğimizde gerçekten teğmeni Veysel’in öldürmediğini düşünmeye başladık. Evi, çatışmanın olduğu bölgeyi, apartmanı gezdik, belgeleri inceledik ve bundan neredeyse tam anlamıyla emin olduk diyebilirim. Dosyayı inceleyen pek çok hukukçunun da fikri bu. Evde bir çatışma çıkmış, direnmişler, bu kesin ama teğmenin olduğu nokta ile çatışmanın olduğu nokta arasında o kadar farklılıklar var ki belli ki Veysel teğmeni vurmamış. Zaten çok ilginç, İskenderun’da bir davadan yargılanıyor. Burada yargılanırken onu hiç dikkate almamışlar.

» İskenderun’daki dava ne davası?

Veysel’in İskenderun Demir Çelik Fabrikası’nda çalıştığını biliyoruz. İskenderun’da Necdet Erdoğan Bozkurt adında bir devrimci 12 Eylül’den önce bir karakolda işkencede öldürülüyor. Daha sonra bir karakol baskını yapılıyor. Veysel bu eylemden sonra İskenderun’da aranmaya başlanıyor.

» Bu olayın faili olarak mı?

Devrimci Yol’a yönelik operasyonda, evet fail olarak aranıyor denebilir. Ama ilginçtir, Gaziantep’teki dosyada İskenderun’dan gelen belgeler hiç incelenmiyor. Hatta Veysel’in örgüt üyesi olduğuna dair bir dava açıyorlar ama olmadığına karar veriyorlar. Teğmeni vurmak suçundan idam cezası veriyorlar. Davayı uzatmak istemiyorlar, bir an önce cezalandırmak istedikleri için bu davayı pas geçiyorlar diyebilirim bir anlamda.

Hem karakol baskını, hem örgüt üyeliği soruşturulmuyor… Evet, ellerinde teğmenin ölümü gibi bir olay var. O dönemin idamları ilginçtir. Örneğin Erdal Eren de bir jandarma erini vurduğu iddiasıyla 17 yaşında idam edilir.

» Veysel Güney dosyasına yeniden dönersek…

İçerde çok büyük bir çatışma çıkıyor. Ancak dosyada, polislerin çelişik ifadeler verdiği çok açık. Bu ifadeleri, çatışmanın krokilerini, Veysel’in ifadelerini görünce çatışma sırasında polislerin teğmeni vurmuş olabiİeceğini düşündük. Yanlışlıkla, bilerek ya da bir başka nedenle…

» Teğmenden çıkan kurşunun tespiti yapılmış mı?

O hepsinden ilginç. Çatışma 28 Aralık gecesi oluyor, balistik raporlarının tarihi 30 Aralık. O dönem Adana-Antep arası gidiş dönüş on saat sürüyor. Yani bir günde 15'i polislerden, üçü Ali İhsan ve Veysel’den 18 silah ve 200 mermi için balistik raporu verilmiş. Soruşturduk, bugünkü teknolojiyle bile 15-20 günden önce çıkmayacağı söyleniyor. İlginç bir durum daha var. Teğmenden çıkan kuşun, çatışmadaki polis tarafının en üst yetkilisine teslim edilmiş.

» Ertesi gün de balistikten geliyor…

Evet. Binlerce soru işareti var. Polisler 15 dakika kapıyı çaldık diyorlar. Kimi kapıyı çaldık diyor, kimi zili. Veysel’in el yazısıyla dosyada bir belge var. Bazı noktalara itiraz ediyor. Bu kapı ziline de diyor ki, “Bu kadar çalınsaydı komşular da uyanırdı, başkaları da uyanırdı, biz de uyanırdık. Ama o kadar düzmece iş yapıyorsunuz ki evde zil yok ki zili çalasınız.” Bunların hiçbiri dikkate alınmıyor tabii. Karar o kadar çabuk, o kadar net verilmiş ki.

» Kaç duruşma sürüyor?

28 Aralık’ta yakalanıyor, 11 Ocak’ta tutuklanıyor. 6 Şubat’ta ilk duruşması yapılıyor. Veysel Adana’ya götürülmüyor. Antep’e bir mahkeme kuruyorlar. İlk duruşmada tanık polis memurlarından ikisi şehir dışında olduğu için ikinci duruşmaya kalıyor. İkinci duruşma 17 Şubat’ta yapılıyor, ikinci duruşmada karar veriliyor: İdam!

» Veysel’in Adana’ya götürülmeyip, mahkemenin Antep’e getirilmesine ilişkin bir açıklama var mı?

Yok tabi. O dönem Devrimci Yol hareketi Türkiye’deki en büyük kitlesel siyasal hareket olarak biliniyor ve Veysel, Devrimci Yol davasından idam edilen ilk kişi. Yani Veysel’in arkadaşlarından bir karşı tepki gelebileceğini düşünmüş olabilirler. Bir ilginç anekdot var. İdam edileceği güne kadar mektupları, eşyaları, giysileri verilmiyor, ailesiyle görüştürülmüyor. Karar kesinleştikten sonra bir subay Veysel’in yanına gidiyor. “Hadi al, mektupların, giysilerin. Tıraş ol. Arkadaşlarınla da görüşebilirsin” diyor. Ama cezan kesinleşti denmiyor. Veysel, arkadaşları ziyarete geldiğinde diyor ki “Herhalde bizimkiler burjuvaziyi geriletti, iyi davranmaya başladılar.” Veysel’in mahkeme dosyasında 16 Şubat’ta verdiği bir dilekçe var. “Avukat istiyorum” diyor. Bu dilekçeye cevap bile verilmiyor. Yani kesinlikle avukatı olmuyor. Veysel çatışmada yaralı yakalandığında polis panzerine götürülüyor. Dönemin sıkıyönetim komutanı geliyor, “bunu infaz edin” diyor. Fakat panzerdeki polis memuru hastaneye götürüyor. Hem yaralanmış hem de yaralı yakaladıktan sonra ciddi şekilde dövmüşler. Yaralıyı devlet hastanesine götüren polis memurunu da görevden almışlar.

» Bundan sonra ne olacak…

Çatışmaya ait tutanaklar Veysel’lerin teğmeni vurmadığını kanıtlıyor. Görev hukukçularımızda. Onlar bu dosyayla yeniden yargılama olabileceğini düşündüler. İade-i muhakeme başvurusu yapılacak. Dosyada bir yüzbaşı ismi var. Savcının yazısı net. “Babası Ali Güney’e teslim edilmek üzere Yüzbaşı Burhan Erdem’e teslim edildi.” diyor. İsmen de suç duyurusu yaptık.

» Aile neler yaşadı? Nereye defnedileceği bile konuşuldu. Sonra o değil dendi…

Evet. Aile yıpratılmış. 24 yaşında bir çocuğunuzu, kardeşinizi kaybetmek kolay iş değil. İdam günü cezaevi aracında görüşmüşler. Annesi, “oğlum korkmuyor musun” diye sormuş. “Niye korkayım ki anne. Korkmuyorum. Hiçbir kötülük, hiçbir haksızlık yaptığımı düşünmüyorum, halkımın mutluluğu için ölüyorum. Onun için rahatım” demiş, annesini teselli etmiş. Arabaya bindirildi-ğinde kardeşi sarılmış, “Yiğitsin, ağbimsin” demiş, kardeşini de gözaltına almışlar. Bu aile için ikinci travma olmuş. Aile buna rağmen cenazeyi aramış. Sıkıyönetim komutanlığından defalarca kovulmuşlar. Aile bugün yeniden çocuğuna sahip çıkıyor. Kardeşi bize “Mezar köyümüze geldiğinde abim buraya gelmiş gibi hissedeceğim. Onun için buraya istiyorum” diyor. Sonuç olumsuz çıkınca kinci kez kaybetmiş gibi oldular. Çok üzüldük. Hâlâ DNA testleriyle ilgili birtakım “derin tahliller” olduğunu düşünüyorum.

DNA testi olumlu sonuçlansaydı köylerinde tören yapacaktık. Türkiye’nin her yanından insanların oraya gitmesi öngörülüyordu. Umuyorum bu yıl ölüm yıldönümüne kadar Veysel’in mezarını bulacağız.

‘Tanıklık bile travma yaratıyor’

» Veysel Güney olayını başından beri bütün yönleriyle takip ettiniz. Sizi nasıl etkilediğinden söz etsek.

Bir şey fark ettim bu görüşmede. Her yerde Veysel dosyasını ve buna benzer bir kaç dosyayı anlatıp duruyordum. Etkilenmemeye başladığımı düşünüyordum. Oysa her seferinde yeniden o travmayı yaşıyormuşum. Çok ağır bir yük, ama yüklenmesem de olmazmış. Gururla hüzün, üzüntüyle öfke arasında gidip geliyorum. Anlattığım insanlar ne düşünüyor ne hissediyor çok bakmıyordum. Fark ettim ki üzüyorum insanları. Ama, akılla düşününce yaptığımız şeyin ne olduğunu biliyorum. Etraftan, aileden, değişik kentlerdeki arkadaşlardan “ne oldu bu iş” sorusu gelince bir yerlerim kanıyor sanki. DNA testinden sonra günlerce uyumadan düşündüm. Acaba bir yerde eksik mi yaptık diye. Sanki Veysel’i ben vurdum, ben yargıladım, ben idam ettim, ben sakladım mezarı, mektubu ben vermedim. Nasıl bir ruh halindeyim biliyor musunuz, Veysel’in cenazesi bulunmazsa, hani derler ya gözüm açık gideceğim.

 

VEYSEL GÜNEY'İ ARIYORUZ!
Mersin 78'liler Derneği